Dergi Yazılarım

Gezmek Sadece Yolda Olmak Demektir

“Gittiğiniz her yeni yerde, kendinizle ilgili yeni şeyler keşfedersiniz. Sürekli hareket halinde olduğunuz için, yeni keşfettiğiniz özelliklerinize sımsıkı bağlanacak zaman da bulamazsınız çünkü her yeni saniyede keşfedilecek yeni şeyler vardır.”

Ekin Karahan

Norveç’in ücra köşelerindeki bir kasabada, cebimde 20 euro, sırtımda 18 kiloluk sırt çantamla kalakaldığımda, yakındaki bir taşın üstüne oturup düşünmekten başka yapacak çok bir şeyim kalmamıştı. Açtım ve kalacağımız barakadan bozma konukevlerine kadar 5 kilometre yürümem gerekiyordu. Sırt çantamın bir sapı kopuk olduğu için 18 kiloluk yükü tek tarafta taşımak zorunda kalmıştım ve bu sırtıma inanılmaz bir ağrı girmesine neden oluyordu. O  taşın üzerine oturduğumda moralim inanılmaz bozuktu, ne yapacağımı bilemeyerek neredeyse ağlama noktasına gelmiştim. Son 9 günde trenle kat ettiğim 3,112 km geldi gözlerimin önüne bir anda. Onca macera, onca deneyim, yeni insanlar, yeni hikayeler…

Herşeyden önemlisi de, yolda olmanın verdiği keyif. İnsanların çoğu gezmenin sadece keyifli birşey olduğunu düşünür. Halbuki bu çok büyük bir yanılgıdır. Gezmeyi ‘güzel’ yada ‘keyifli’ olarak gösteren şey, bizim kendi zihnimizdir. Ancak geleceğe, yani bir bilinmezliğe doğru yol aldığımız için karşılaşacağımız şeyler, hayalini kurduğumuz şeylerin tam tersi de olabilir. Aynı benim başıma gelenler gibi. İşte bu yüzden, ‘gezmek’ eşi benzeri bulunmaz bir öğretmendir.

İlk yurtdışı deneyimim: Tam bir hüsran

6 Ağustos 1993’te Ankara’da, Serebral Palsi’li bir birey olarak dünyaya geldim. 8,5 aylıktan 18 yaşıma kadar yoğun fizik tedavi aldım. Her ne kadar modern, beni topluma entegre edebilmek için elinden geleni yapan bir ailenin içine doğmuş olsam da, toplumun bana verdiği ‘engelli’ sıfatını istemeden de olsa üzerime geçirdim. Bu arada, yıllar içinde Serebral Palsi’li bir insanın, fiziksel anlamda çok zor gelebileceği yerlere geldim. Kendi başarılarım olarak gördüğüm, sahiplendiğim ve sindirdiğimi sandığım pek çok şey, Amerika’ya 13 yaşında gittiğim bir yaz kampında adeta suratıma patladı. Ben Türkiye’deki Ekin’dim.

Türk toplumunda kullandığım savunma mekanizmalarımla ve maskelerimle Amerika’da hayat bulmaya çalışıyordum. Halbuki orada ne savunma mekanizmalarına gerek vardı, ne de maskelere. Oyunun kuralları değişmişti çünkü, gerekli olarak görüp üzerime geçirdiğim pek çok şeye oralarda ihtiyacım yoktu. Bunun böyle olduğunu da 13 yaşımda değil, yıllar sonra fark edebildim.

Peki iyi güzel de, gezmek neye yarar?

Amerika maceram özünde her ne kadar güzel geçse de, yaşadığım onca zorluktan sonra yurt dışına çıkmak inanılmaz gözümü korkutmuştu. Bütün korkularıma rağmen içimdeki dünyayı görme isteği yıllar geçtikçe daha da arttı. Gezmek bana annemle babamın en büyük tavsiyelerinden biri diyebilirim.  Bunun en büyük nedeni, gezmenin önemini geç yaşlarda fark etmiş olan anne babamın, bu treni bizim de kaçırmamızı istememeleri. Büyük bir ihtimalle bu, benim kendi çocuğuma da en büyük tavsiyem olacak.

İnsan gezmeye başladığında muazzam bir gerçeğin farkına varır. Gezmek aslında insanın kendisinden kaçması ya da bir başka ifadeyle kaçtığı yerde kendisini bulması gibidir. Özellikle benim gibi aslında kendinizde saklı olan gerçekleri dışarıda arayarak gezerseniz, Dünya turu da atsanız aradığınız şeyleri bulamıyorsunuz. Öte yandan gezmek, faydalı bir kötü alışkanlık gibidir, bir kere gezmeye başladığınızda ve bunun tadına vardığınızda, geri dönüş yoktur. Gittiğiniz her yeni yerde, kendinizle ilgili yeni şeyler keşfedersiniz. Sürekli hareket halinde olduğunuz için, yeni keşfettiğiniz özelliklerinize sımsıkı bağlanacak zaman da bulamazsınız çünkü her yeni saniyede keşfedilecek yeni şeyler vardır. Yurtdışına çıkmaktan son derece korkan ben, ailemle yaptığım sık Avrupa gezileri sayesinde Ankara’da yemeyip içmeyip gezebilmek için para biriktiren bir Ekin’e dönüşmüştüm.

Durumum hafif de olsa, engelli olarak bu kadar gezebilme fırsatı bulmak, değişik olaylara şahit olma şansını da beraberinde getiriyor. Eskiden durumumla ilgili yaşadığım her sorun karşısında, ‘İnsanlar böyle, yapacak birşey yok’ deyip geçerdim. Kabullenirdim yani. Fakat  zamanla bu tip olayları bu kadar yoğun yaşamamın nedeninin Türkiye’den kaynaklandığını anladım. Bunu suçlamak için söylemiyorum. Bana bunları söyleten şeyler, gezdiğim ülkelerde edindiğim deneyimler. İsviçre’de sokağın ortasında ‘Tanrı seni korusun’ deyip önümde eğilen mi dersiniz, Slovenya’da ‘Ya benim de Serebral Palsi’li bir arkadaşım var, böyle böyle sorunları var. Ne önerirsin?’ diyerek beni sofrasına davet eden mi. Hiç unutmam, Zürih’te Avusturya’lı bir arkadaşımla oturduk sohbet ediyoruz. Çocuk sohbetin sonuna yaklaşırken suratıma baktı baktı; ‘Ya biliyor musun, biz genelde Avusturya’da türkleri çok sevmeyiz ama inan bana oradaki türkler senin gibi olsaydı, Avusturya şu anda bambaşka bir ülke olabilirdi’ dedi. Ne diyeceğimi bilemedim. İnsan şaşırıyor tabiki.

E param yok, nasıl gezeceğim?

Zamanla daha fazla gezdikçe, gezdiğim yerlerle ilgili sohbetlerde doğal olarak arttı. Konuştuğum çoğu insan, gezebilmenin tek koşulunun para olduğu görüşünde. Bir bakıma haklılar, bir bakıma da haksızlar. Bu noktada, her insanın kendisine sorması gerektiği iki kritik soru olduğunu düşünüyorum:

  • Gezmek sizin için neyi ifade ediyor?
  • Milyonlarca liranız olsaydı, yarın gezmeye başlar mıydınız?

Kendi gözlemlerimle şunu belirtmem gerekir ki insanlar gezmeyi elde edilecek bir şey yada varılacak bir hedef olarak görüyorlar. Halbuki gezmek sadece yolda olmak demektir. Gezmek satın alınabilen bir meta değildir. İnsanların ‘para tutuyor’ olarak gördüğü şeyler aslında gezip gezmemekle alakalı değil, ‘nasıl’ gezileceğiyle alakalıdır. Gezdiğim ülkelerde, parasıyla 5 yıldızlı otellerde kalanlar da gördüm, para vermemek için gece trenlerine binenleri de. Gezmek için tabiki de bir miktar para gerekir ancak ‘gezmek’ ve ‘yolda olmak’ olsa da olur olmasa da olur kategorisinden hedef kategorisine geçtiğinde, gezmek için gerekli para zaten bulunacaktır.Tek soru var aslında: Siz gezmeyi ne kadar istiyorsunuz? Burada üstünde durulması gereken en önemli nokta ‘gezmek’ kavramının Türk Halkı için anlam ve önemi. Üzülerek söylemeliyim ki Türkiye’de ‘Çok para harcarsam mutlu olurum’ şeklinde bir yanlış anlaşılma var. İnsanlar malesef ki güvence olarak görünen mallara yaptıkları yatırımların taksitlerini ödemekten kendilerini iyi hissettirecek deneyimlere yatırım yapmıyorlar.

Tavsiyeler…

‘Çok okuyan mı bilir, çok gezen mi?’ tartışmasına girmeyeceğim çünkü bence sorunun yanıtı son derece açık ve net. Gençlere verebileceğim en büyük tavsiye, gezmekten asla korkmamaları ve içinde yaşadıkları dünyanın 100 kilometre ileride bile bambaşka olduğunu unutmamaları. İmkan olsa da olmasa da gezilebilinir. Hayat bile aslında ‘yolda olmak’tır. ‘Yolda olma’yı deneyimlemek için illa dünyanın öbür ucuna gitmek gerekmez. Aynı duyguları, hiç girmediğiniz arka sokağa girerek, yolunu bilmediğiniz komşu köye giderek, uzun zamandır görmediğiz akrabalarınızı ziyaret ederek de deneyimleyebilirsiniz.

Her zaman yolda olabilmeniz dileklerimle…

Yorumlar