Yazılar

Levent Kırca’dan Bana Kalanlar

Eski notları karıştırayım dedim. Hayatımı, beni etkileyen her türlü notu yazdığım defterimi… Tarih 16 Ekim 2015. Levent Kırca öleli 4 gün olmuş. Bu notu okuduğumda hep bir durup düşünürüm. Gittiğim cenazeler dışında bana ölümü hatırlatan ender satırlardandır. Ayşe Arman’ın da röportajında dediği gibi, insanlar genelde ölümü konuşmazlar, görmek de istemezler. O röportajda, Levent Kırca’nın ağzından şu sözler dökülmüş iki sene önce:

“Ölüm de bir haktır değil mi ama? Ölümü de hak etmek gerekir. Ben hak etmeye çalışıyorum. O da güzel bir şey. Doğumu yaşıyoruz, ölümü de hakkıyla yaşamak lazım. Böyle düşünüyorum. Ölüm de bir güzellik. Bir müziğin sonu, bir oyunun, bir eserin sonu gibi bir insanın sonu…”

*****

Yıllarını sanata vermiş bir isim. Üstüne üstlük devrimci. ‘Eğilmem’ diyor usulca ama inat bir eğilmemek değil onunkisi. İnattan ziyade, ‘pes etmem’ diye haykırıyor hayatı. ODTÜ’de ‘DEVRİM’ yazısını görüp düşünmeye benzemez bu işler, doğruya doğru, devrim nedir bilmeyen bir nesiliz biz. Bundan dolayı, merak da var içimde, öğrenme isteği de… Ve en önemlisi, çok büyük bir saygı…

*****

Defterimin o sayfasıyla bakışırız uzun uzun. Bazen saatlerce… İmrenerek düşünürüm bu sözlerin sahibini. Öyle rastgele bir insan çok zor söyler bunları. Bazı cümleleri kurabilmek için farklı hayatlar gerekir aynı Levent Kırca’nınki gibi.

Saatlerce bakarım o sayfaya.

“Ölüm de bir güzellik. Bir müziğin sonu, bir oyunun, bir eserin sonu gibi bir insanın sonu…”

Nedir onu bizden farklı yapan, bu sözleri özgürce söyletebilen?

Bence sanat.

Düşünsenize…

Yıllarını vermiş sanata, bir perde açılmış, bir perde kapanmış. Her güzel oyunun bir sonu olduğunu anlamış belki de. ‘Bitmesin’ dediği oyunlar bile bitmiş en sonunda. Hayatı tiyatroya katmış. Öyle seneryolar yaratmış ki, gerçekle kurgu birbirinin içinde hayat bulmuş. Var mı daha ötesi?

Hayat da bir tiyatro sahnesidir. Bütün iyi ve kötü karakterlerle, bütün kurgularla, bütün gerçeklerle… Kimileri ilk perdesini oynar, ne yapacağını bilemez, replikleri karıştırır. Perdelerini yeni yeni oynayanların haykırışları birbirine karışır, üstlenilmek istenen roller vardır çünkü. Kimileri de sahneden usulca benliğini çeker her yeni gelen perdede. Kimse anlamaz bunu.

Kimileri heyecanla ilk perdelerini oynar,

Kimileri rolünü bitirip, ceketi alıp arka kapıdan çıkar. Dudaklarında tatlı bir gülümseme vardır, gerisi önemli değildir.

Aynı Levent Kırca gibi…

Kendi ölümümü düşündüğüm zaman aklıma gelen düşünceleri tarif etmek pek mümkün değil. Beni var eden herşeyin anlamsızlaşması aslında. Bir yandan gerçek bir huzur ve kendini koyverme. Tam anlamıyla bir nötrlenme. Yüzümde bir gevşeme, devamında gelen ‘Bu kadar mıydı?’ sorusu. Değer verdiğim, nefret ettiğim, sahip olduğum, bıraktığım her oluşumun benden ebediyen kopması… Özgürleşmek yani. Diğer yandan şiddetli bir korku ve tutunma isteği. “Henüz değil” diyen, yalvaran gözler. Gözler bizim üstümüzde sanki, dünya nefesini tutmuş ne yapacağımızı bekliyor. Boşversene…Her iki ucun ortasında var olan birşey olmalı ölüm. İki ucun ortası… Boşluk…

Ceketi alıp usulca çıkabilecek miyiz arka kapıdan?

Yoksa boş koltuklara haykıran oyunculardan mı olacağız?

Sadece zaman bilebilir.

*****

İnsanlar sahiplenerek var olabildikleri sanrısı içinde yaşarlar. Hayatı sahiplenmek, ölümü reddetmeyi doğurur. Halbuki Levent Kırca’nın dediği gibi, ölüm bir müziğin, bir oyunun, bir eserin sonu gibidir. Doğaldır. Doğallıktan da öte, hayatta bilinen tek gerçekliktir. Neye imreniyorum biliyor musunuz? Ben de ölüme böyle bakabilmek isterdim. Ne yazık ki şu andaki zihin seviyemle ölümü bu şekilde özümsemem pek mümkün değil.

Yine de,

O sayfaya saatlerce bakmaya devam edeceğim.

Üstünden 2 yıl geçse bile,

Huzur içinde uyu Levent Kırca.

 

Yorumlar