O sabah büyük bir heyecan ve stresle uyandım. Dersleri dinlemedim, arkadaşlarımla konuşmadım. Bütün günümü akşamki ergometre testini çekebilecek miyim yoksa çekemeyecek miyim diye düşünerek geçirdim. En son derecem 2000 metre için tam 8 dakika yani 500 metre averajım 2 dakikaydı. O gün ise 4 aylık sert antrenmandan sonra 7 dakika 48 saniye derece çekmem gerekiyordu. Bütün bu düşüncelerle beraber Eymir Gölü’nün yolunu tuttum. Takım çil yavrusu gibi teknelere binip gölün dört bir yanına dağıldıktan sonra antrenörüm Petar, ağacın gövdesine bir ergometre yasladı, yanına bir sandalye çekti ve kitabını açarak “Önce ısın, sonra başlayacağız” dedi. Isınmam bittikten sonra startı verdi ve test başladı. Gözümü ekrandan, nabzımdan ve o anki derecemden ayırmıyordum. Petar bir anda çevik bir hareketle ekranı kapattı ve “devam et” dedi. Ben ise ekranı kapatmasından dolayı anlık derecemi göremediğim ve bitişe kaç metre kaldığını bilemediğim için bitişe 350 metre kala yere yığıldım.
Bir süre bir şey söylemedi, tepki de vermedi. Sonra sessizliği yine o bozdu: “Biliyor musun, 20 yıl önce Avrupa Şampiyonasını kazandığımız yıllarda derecelerimizi gösteren teknolojik aletler yoktu. 7 dakika 48 saniyeyi asla ama asla 7 dakika 48 saniye çekmeyi hedefleyerek çekemezsin. Bu dereceyi çekebilmek için sanki hedefin 7 dakika 30 saniyeymiş gibi düşünmen ve buna göre antrenman yapman gerekiyordu. İleride hayatta önüne bin bir tane dert ve problem çıkacak. Bunlarla baş edebilmen için her zaman elinden gelenin daha da iyisini yapman ve sınırlarını zorlaman gerekiyor”
Bir iki kere homurdanıp kitabına dönerken devam etti: “Şimdi git 6 kilometre koş” Ben hem bacaklarımda biriken laktik asidin verdiği acıyla boğuşup 200’e çıkmış nabzımın atışını boynumda hissederken “5 dakika sonra başlayacağım” dedim. Hızla kitabı indirdi; “5 dakika sonra koşuya başlamanı doğru bulsaydım, 5 dakika sonra koşuya git derdim. Şu anda koşuya başlamanı söylüyorum”
*****
3 yılın sonunda takımı bırakıp, hem eski kulübünü hem de milli takımı çalıştırmak için Sırbistan’a döndüğü sırada takıma bir veda mektubu yollamıştı. O gittikten sonra bazı insanların kürek çekmeyi bırakacağını, bazılarının devam edeceğini ama herkesin hayatta hedefleri doğrultusunda ilerlerken mücadele edecek ve savaş verecek dayanıklılığa ve güce ulaştığından emin olduğunu yazmıştı.
*****
Gerçek şu ki, günümüzde bu tarz öğretmenler bulmak git gide zorlaşıyor. Bugün, öğretmen-öğrenci, sporcu-antrenör ve benzeri formdaki ilişkilere baktığım zaman, bu ilişkilerin sırt sıvazlama üzerine kurulu bir alışverişe dönüştürüldüğünü görüyorum. Kimse bedel ödemek, sınırlarını zorlamak, başarısızlığı deneyimlemek ya da sıkıya gelmek istemiyor. Birçok açıdan en hızlı geliştiğim ve bunu sınırlarımı zorlayarak yaptığım dönemlerimde bana yol gösteren öğretmenlerime ve uyguladıkları yöntemlere baktığım zaman, disiplinin, sertliğin ve hatta bir parça da gaddarlığın, sırt sıvazlama yönteminden çok daha etkili bir yöntem olduğunu görüyorum. Böyle öğretmenlerle karşılaşabilmek zor olsa da imkânsız değil ancak asıl mesele karşılaştıktan sonra çalışmaları devam ettirebilmek için doğru anlayışa sahip oluyor olmanız. Kürek çekmeye başladığım ilk yıllarda antrenörüm bana ısrarla “gelişmek istiyorsan elinden geleni ardına koymamayı ve kaybetmeyi göze almalısın. Ama şundan emin ol ki elinden geleni yapmanın sana verdiği huzuru bir kez deneyimlediğin zaman zaten başka bir yol olmadığını göreceksin” demişti. Tabi ki o zamanlar ne demek istediğini anlamamıştım. Elimizden geleni ardımıza koymamak, hem geleceğimize hem de geçmişimize etki eder. Kapasitenizin sınırlarını zorlayıp, yapabileceğinizden daha iyisini yapmayı hedeflediğinizde çoğu zaman tahmininizden çok daha iyi bir noktada bulursunuz kendinizi. Hatta günün sonunda başarısızlık olarak gördüğünüz şeylerin bile aslında bir sonraki başarınızın temelini oluşturduğunu görürsünüz. Elinizden gelenin en iyisini yapmışsınızdır çünkü. Öten yandan elimizden geleni ardımıza koymadığımızda ve bunu doğru bir anlayışta yaptığımızda keşkelerimizin de azaldığını görürüz. O günün koşullarında, elimizden geleni yapmışızdır ve aslında konu kapanmıştır. Geçmişleriyle ve başarısızlıkla ilgili yakınan insanları gözlemediğim zaman ana problemlerden birinin ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmamaları veya bunu yaptıklarını zannetmeleri olduğunu gözlemliyorum. Hem kendi hayatınızı hem de çevrenize olumlu anlamda etki etmek istiyorsanız, işe, her ne yapıyorsanız yapın, elinizden gelenin en iyisini yaparak başlamalısınız.